AKDENİZ’DE KORSANLIĞIN TARİHİ

Korsanlık denilince herkesin aklına XVIII. yy. gelir; yani korsanlığın Altın Çağı… Bu dönemde siyah bayraklı gemileriyle Karayipler’de dehşet saçan haydutların hikayelerini hepimiz duymuşuzdur, işte popüler kültürümüzde iyi bilinen korsan imajını oluşturan da bu dönemin kanun kaçaklarıydı. Peki korsanlar kendilerine Karayip Denizini mesken tutmadan önce nerelerde yelken açıyorlardı? Bu yazımızda deniz ticaretinin bir dönemler en önemli merkezi olan Akdeniz’de korsanlığın az bilinen tarihine kısaca göz atacağız.

Denizcilik tarihinin başlangıcından bu yana korsanlık faaliyetleri her zaman var olmuştur. MÖ 5000’li yıllarda Basra körfezi kıyılarında korsan kıyısı olarak bilinen bir yer olduğunu öğreniyoruz. Antik çağlar boyunca Akdeniz’de kıyı şehirlerini ve ticaret gemilerini yağmalayan pek çok denizci halk yaşamış; Adriyatik Denizinde korsanlık yapan İliryalılar ve Tiren Denizine adını veren Tirenler bunlardan en ünlüleri…

Tarihin bilinen en eski korsanı ise Büyük İskender zamanında Akdeniz’e korku salan Dionides adındaki bir haydut… Uzun süren çabalardan sonra nihayet yakalanıp da İskender’in huzuruna çıkarıldığında İskender onu ölüme mahkûm eder. Dionides ünlü komutanın da aynı cezayı hak ettiğini söyleyerek, “Ben bir gemi ve beş-on adamla ihtiyacımı karşılamak için haydutluk yapıyorum, sen ise yüzlerce gemi ve yüz binlerce askerle dünyayı yağmalıyorsun.” diye karşılık verir. Beklemediği bu cevap İskender’in çok hoşuna gider ve Dionides’in hayatını bağışlar.

Dionides’ten sonra pek çok ünlü korsan Akdeniz’de terör estirmeye devam eder, yüzlerce gemiden oluşan korsan filoları karşılarına çıkan herşeyi yakıp yıkar. MÖ. I. yy’a gelindiğinde Anadolu kıyılarında birçok küçük korsan devlet ortaya çıkar ve bunlar zamanla Roma’nın Doğu Akdeniz ticaretini tehdit etmeye başlarlar. Hatta Kilikyalı korsanlar işi daha ileri götürerek içinde Julius Caesar’ın da bulunduğu bir Roma gemisine saldırırlar, ünlü komutanı kaçırarak onu bir süreliğine Farmakos adasında rehin tutarlar. Tehlikenin bu boyuta vardığını gören Roma senatosu, son çare olarak “Lex Gabinia” adıyla bilinen deniz yasasını çıkarır. General Pompeius’un 500 gemiden oluşan filosu üç aylık bir savaş sonunda korsanları Alanya yakınlarında büyük bir bozguna uğratır ve Akdeniz’de korsan tehlikesi bir süreliğine ortadan kalkar, ta ki III. yy’da Got filosunun Anadolu kıyılarını yağmalayarak korsanların binlerce esir ve büyük miktarda ganimet elde etmesine kadar…

Vikingler XII. yy’a kadar Kuzey Afrika ve Güney Avrupa kıyılarını yağmalamışlardı.

Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasını izleyen yüzyıllarda farklı milletlere mensup pek çok korsan Akdeniz’e yelken açar; XII. yy’a kadar sırasıyla Vandallar, Vikingler, Mağribiler ve Araplar, Kuzey Afrika ile Güney Avrupa kıyılarını yağlamalarlar. VII. yy’da Adriyatik kıyılarına akınlar yapmaya başlayan Narentinler, Dalmaçya kıyılarında XI.yy’a kadar Venedikliler’i uğraştırırlar. IX. yy sonlarında da Mağribi korsanlar Akdenize akınlar yaparlar ve birçok İtalyan şehrini yağmalarlar.

Ortaçağ boyunca korsanların artık devlet hizmetine geçmeye başladıklarını görüyoruz, bu dönemde karşımıza iki farklı kavram çıkar: “Deniz Akıncıları” (corsairo) ve “Deniz Haydutları” (pirate). Uyguladıkları yöntem bakımından aslında bunların pek bir farkı yoktu, tek fark akıncı korsanlara bağlı bulundukları devlet tarafından kendilerine düşman gemileri yağmalama yetkisi tanınmış olmasıydı, Korsan filolarının görevi, düşman gemilerini vurmaktı ve bunu yaparken mümkün mertebe gemiyi hasarsız ele geçirmeye çalışırlardı. Bir ülke tarafından yasa dışı olarak ilan edilen bir korsan, düşman tarafına geçip korsanlık fermanı alabiliyordu. Örneğin Flemenk korsan Jan Janszoon Küçük Murat Reis adıyla, İngiliz korsan Jack Ward da Yusuf Reis adıyla Müslüman olup Osmanlı himayesine girmişlerdi.

Korsanlara verilen cezalara gelince: Deniz haydutluğunun cezası her yerde ölümdü ve bu tip korsanlar yakalanır yakalanmaz asılıyorlar, cesetleri ibret olması için günlerce limanlarda teşhir ediliyordu. Bir devletin hizmetinde çalışan korsanlara ise savaş suçlusu muamelesi yapılıyor; bunlar ya küreğe mahkum ediliyor, ya da zindanlara atılıyorlardı. Bazı durumlarda bu tip korsanların yüklü miktarda fidye karşılığı serbest bırakıldıkları da görülmüştür.

Korsanlar her yılın Nisan ayında başlayan ve fırtınaların başladığı Ekim ayına kadar süren deniz mevsiminde sefere çıkarlardı. Sonbaharda limanlara dönülür, gemiler ya limana demirlenir ya da kıyıya çekilirdi. Her gemi bir aylık yiyeceğini depolayarak yola çıkıyordu, su fıçıları, kurutulmuş et ve peksimet güvertede istiflenirdi. Korsanlar genellikle yüksek manevra kabiliyetine sahip “çektiri” adı verilen hafif gemileri tercih ederlerdi; kürekle çekilerek yol alan bu gemiler yelkenden bağımsız hareket edebilme ve bir anda geri dönerek tam aksi istikamette seyretme özelliğine sahiptiler. Bu gemilerin sığlıklara yanaşabilmeleri de korsanların kumsallarda pusu kurmalarına olanak sağlıyordu. Korsanlar tarafından en çok tercih edilen çektiri türleri “kalite”lerdi; diğer çektiri tipleri boylarına ve özelliklerine göre “baştarde”, “kapitane”, “firkate”, “kadırga” diye isimlendiriliyordu. Çektiriler sonraki yüzyıllar içerisinde gelişerek mükemmelleştiler ve yerlerini “kalyon”lara bıraktılar.

İnebahtı Savaşında Kaptan-ı derya Müezzinzade Ali Paşa komutasındaki baştarde ve sancak baş omuzluğunda bir Türk  firkatesi

Bir korsan gemisinde alt güvertede kürekçiler bulunurdu, bunlar çoğunlukla forsalık olarak ayrılan esirlerdi ve başlarında vardiyalar olurdu. Herkes görev bölgesine en yakın yerde yatardı; topların ateşlenmesinden sorumlu topçular ve toplara gülle ve barut taşıyan topçu yamakları topların başında, dümenci dümen dolabının yakınında, yelkenleri açıp kapayan gabyarlar ise direklerin altında yatarlardı. Diğer denizciler güvertenin ortasına ya da iki yanına sıkışırlardı. Kaptan ve yardımcıları için kıçta “çadır” adı verilen özel bir bölme oluşturulmuştu. Orta çağda korsanlar deniz savaşlarında top, arkebüz, ok, arbelet, pişmiş topraktan veya camdan yapılmış el bombaları ve kılıç kullanıyorlardı. Türk korsanları kılıç yerine yatağan denilen palaları tercih etmişlerdir.

Üzerinde pala tutan kol, insan kafası, kuru kafa, çapraz kemik ve kum saati gibi pek çok sembollerin bulunduğu çeşitli korsan bayrakları da ilk olarak Akdeniz’de ortaya çıkmıştı, bu bayraklar daha sonraki dönemlerde korsanlar tarafından da benimsenmişti. Karayipler’de “Jolly Roger” adıyla efsaneleşen kuru  kafalı ve çapraz kemikli siyah bayrak Cezayirli korsanlar tarafından çok daha önceleri kullanılıyordu.

Osmanlı’da deniz akınları gaza olarak kabul ediliyordu ve korsan sınıfı imparatorluğun denizdeki vurucu gücüydü. Levent adı verilen akıncılar başlarındaki Reislerin komutasında düşman gemileri yağmalıyor ve Avrupa kıyılarına baskınlar yaparak esirler alıyorlardı. Reisler savaş zamanı Osmanlı donanmasına katılıyorlar, diğer zamanlarda Kuzey Afrika sahillerinin güvenliğini sağlıyorlardı. Osmanlı’da korsanlıktan yetişmemiş bir denizci tam denizci sayılmıyordu, bu nedenle eski Osmanlı metinleri büyük reislerden sıklıkla “mahir korsandır” şeklinde bahseder.

Osmanlı donanmasındaki ünlü reisler korsan ocağından yetişmeydi. Bunlardan en ünlüleri Turgut Reis, Uluç Ali Reis ve Hızır Reis idi.

İşte bu “mahir korsanlardan” en ünlüleri:  Oruç Reis ve Hızır Reis (Barbarossa kardeşler), Turgut Reis (Dragut), Kurtoğlu Müslihüddin Reis (Curtogoli), Kara Hoca (Caracossa), Şolok Mehmet (Scirocco), Aydın Reis (Diablo), Koca Murat Reis, Kemal Reis, Piri Reis, Mezomorto Hüseyin Paşa (Hassan Mezomorto), Salih Reis (Calearraez), Burak Reis, Seydi Ali Reis, Sinan Reis (Ciphut Sinan), Uluç Ali Reis (Occhiali)

XVI. yy’da Katolik Avrupa’ya karşı başlayan Protestan Reformu, çok ilginç bir ittifakın doğmasına neden olur: Türk ve İngiliz korsanlar ortak düşmanları olan İspanyol, Portekiz ve Fransız gemilerine saldırmaya başlarlar,  çok geçmeden bu ittifaka Flemenk korsanlar da katılır. İngiliz ve Flemenk korsanlar, ele geçirdikleri Katolik gemilerini yağmalayarak gemilerdeki Türk forsaları özgürlüklerine kavuştururlar, esir aldıkları Katolikleri ise Türk limanlarına getirerek buralarda satarlar. O dönem Avrupa’da Turco-Calvinizm olarak adlandırılan bu yakınlaşma, Fransa kralını çileden çıkartır. Sultana yazdığı 1607 tarihli bir mektubunda Kral XIII. Louis, Flemenk ve İngiliz korsanların Kuzey Afrika’daki Türk limanlarını kullanarak Fransız gemilerine saldırmalarını kınıyor. Jack Ward (Yusuf Reis), Henry Mainwaring, Robert Walsingham ve Peter Easton bu dönem Türk limanlarını sıkça ziyaret eden İngiliz korsanlardan bazıları; ünlü Flemenk korsanlar arasında ise Zymen Danseker (Simon Reis), Salomo de Veenboer (Süleyman Reis) ve Jan Janszoon (Küçük Murat Reis) var…

Türk korsanların elindeki Hristiyan esirler, yüklü bir fidye karşılığı serbest bırakılıyordu. Bu parayı ödeyemeyenler ya köle olarak satılıyor, ya da forsalık olarak ayrılıyorlardı.

Akdeniz’de korsanlık XVI. yy.’dan XIX. yy başlarına kadar Altın Çağını yaşadı. Cezayirli korsanlar Tunus, Cezayir ve Trablusgarp limanlarından güney Avrupa sahillerine düzenledikleri akınlarla korku saldılar ve Batı Akdeniz’in tartışmasız hakimi haline geldiler. Avrupa’dan kaçan birçok kişi de zengin olma hayaliyle gönüllü olarak bu korsanların arasına katıldı. Kıyı şehirlerinde yaşayan halk yaşadıkları yeri terk etmek zorunda kaldı; çünkü yağmalanan şehirlerden kaçırılan insanlar çoğunlukla ya köle olarak satılıyor ya da forsalık olarak ayrılıyordu. Zamanla köle ticareti korsanların en büyük geliri haline geldi; bu dönemde 1 milyondan fazla kişinin korsanlarca kaçırıldığı ve köle olarak satıldığı tahmin ediliyor…

Akdeniz’de Türk korsanlarının en büyük rakibi St. Jean şövalyelerine hizmet eden korsanlardı. XVI. yy. boyunca iki gurup arasında yaşanan kanlı deniz savaşlarından sonra Akdeniz tamamen Türk hakimiyetine girdi ve Cezayirli Türk korsanlar XIX. yy’ın başlarına kadar bölgede etkinliklerini sürdürdüler.

Amerikan hükümetinin korsan faaliyetlerine son vermek için düzenlediği iki deniz aşırı harekattan sonra 1816 yılında Akdeniz’de korsanlık tarihe karışmıştı.

Türk korsanları yüzünden Amerikan hükûmeti, uzun yıllar Cezayir Beylerbeyliği’ne  vergi ödemek zorunda kalmıştı; Batı Akdeniz’den serbest geçiş hakkı için 1796’da ABD’nin ödediği yıllık haraç 60.000 dolardı.  1801 yılında korsanlık faaliyetlerine son vermek için Amerikan hükümeti, savaş gemilerini Libya’ya göndermek zorunda kalmıştı; bu Amerika Birleşik Devletleri tarihinde düzenlenen ilk deniz aşırı askeri harekâttır. Sonunda Amerikan donanması 1805 yılında Libya’yı ele geçirir; ancak korsanlar bu sefer Cezayir’de üslenerek Amerikan gemilerini yağmalamaya devam ederler. 10 yıl sonra bu sefer 1815 yılında Cezayir’e ikinci bir askeri harekât düzenlenir. Korsanlar kendilerinden daha donanımlı zırhlı gemiler karşısında uzun süre direnemezler ve Kuzey Afrika kıyılarındaki hakimiyetlerini kaybederler, böylece Akdeniz’de korsanlık tarihe karışır.

 

Sabri Çağrı Sezgin

scsezgin@gmail.com

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Copyright © 2023 Marinist