MAHMUDİYE KALYONU EFSANESİ

Her toplumun belleğinde derin izler bırakan dönemler ve bu dönemlerle özdeşleştirilen bazı semboller vardır. Özellikle savaş zamanlarında gösterdikleri kahramanlıklarla efsane haline gelen gemiler, halkın gönlünde her zaman özel bir yer işgal etmişlerdir. Ulusumuzun kaderinin çizildiği sonu gelmez savaş yıllarında umutlarımızın ve özlemlerimizin sembolü haline gelen gemilerimizin ve denizcilerimizin kahramanlık öyküleri bugün hala şarkılarımızda, türkülerimizde yaşamaya devam ediyor, bunlardan biri de efsanelere konu olan MAHMUDİYE KALYONU…

Mahmudiye Kalyonunun hikâyesine geçmeden önce dilerseniz Osmanlı Donanmasının XIX. yy başlarındaki durumunu kısaca hatırlayalım:

İnebahtı Savaşından sonra ilk defa 1770 yılında Çeşme’de Ruslara karşı büyük bir bozguna uğrayan Osmanlı Donanması XVIII. yy. sonlarına gelindiğinde önemli ölçüde güç kaybetmişti. Artık imparatorluğun denizlerdeki hâkimiyeti bitmiş gibi görünüyordu. Çeşme felaketini izleyen yıllarda Osmanlı Donanması uzun yıllar toparlanamayacaktı. III. Selim 1789’da tahta çıktığında ilk iş olarak denizcilik alanında reformlara girişti ve saltanatının sonlarına doğru Türk donanması 55 büyük savaş gemisiyle Avrupa’nın en güçlü donanmalarından biri haline geldi.

Ancak bu durum fazla uzun sürmeyecekti. 1827 yılında Osmanlı Donanması tarihinin üçüncü büyük bozgununu yaşadı. Osmanlı-Mısır filoları Navarin’de İngiliz, Fransız ve Rus donanmaları tarafından yakıldı ve 58 savaş gemisi battı. Navarin’de Akdeniz filosunun kaybedilmesi üzerine Sultan II. Mahmud hemen yeni bir donanma inşa edilmesini emredecek, Navarin faciasından tam 2 yıl sonra donanmanın sancak gemisi olan Mahmudiye kalyonu, Tersane-i Amire’nin kızaklarından törenle denize indirilecekti.

Mahmudiye Kalyonu inşa edildiğinden dünyanın en büyük savaş gemisiydi.

Kalyonun tasarımı baştan aşağı Türk mimar ve mühendislerince yapılmış, Türk işçiler tarafından inşa edilmişti; mimarı Mehmet Kalfa, mühendisi ise Mehmet Efendiydi. Mahmudiye’yi 1828 yılında inşası bitmek üzereyken Haliç’te Taşkızak Tersanesinde gören Tuğamiral Aldolphus Slade, anılarında “deniz mimarisinin bu muhteşem örneğini barbar dedikleri adamlardan birinin yapmış olmasına hayret ettiğini” yazacaktı.

Gerçekten de Mahmudiye, 201 kadem boyu ve 56 kadem eniyle (76,15 m x 21,22 m) o güne kadar inşa edilmiş en büyük ve en güzel kalyondu. 128 top ve 1280 kişilik mürettebat kapasitesine sahip, üç direkli ve üç ambarlı birinci sınıf bir savaş gemisiydi. Ahşap teknesi 2500 tonluktu, ambar yüksekliği 8,5 metre, draftı 7 metreydi. Navarin bozgununun ardından ulusun moralini yükselteceği düşünülerek pruva süsü olarak kalyona bir de kükreyen aslan figürü eklenmişti. Sultan II. Mahmud’un adını taşıyan kalyon uzun yıllar dünyanın en büyük savaş gemisi olma rekorunu elinde tutacak, imparatorluğunun kudret ve azametinin bir simgesi olacaktı.

1840’larda buhar teknolojisinin gemilerde kullanılmaya başlanmasıyla yelkenli kalyonlar yerlerini buharlı gemilere bırakmaya başladı. Mahmudiye’de bir ara buharlı gemiye dönüştürülmek istendiyse de, güvertede buhar kazanı için gerekli boşluk bulunmadığı için bu fikir gerçekleştirilememiştir.

Mahmudiye Kalyonu dünyanın o güne kadar gördüğü en büyük savaş gemisi olmasının yanında Kırım Savaşı yıllarında pek çok efsaneye de konu olmuştu. İstanbul limanına her girişinde ve çıkışında halk onu görebilmek için sahillere akın ediyordu. Eski denizciler Mahmudiye’nin büyüklüğünü vurgulamak için vaktiyle bu gemide askerlik yapan iki kardeşin birbirleriyle ancak 5 sene sonra karşılaştıklarını söylerlermiş. Dünyanın en büyük gemisine sahip olmanın verdiği gurur ve hayranlık halkı o kadar etkilemiştir ki, geminin kudreti zamanla insanüstü güçler tarafından korunduğu söylentisine dönüşecektir.

Halk arasında yaygın olan bir söylentiye göre Kırım Savaşı patlak verdiğinde Haliç’te demirli olan Mahmudiye demirlerini koparıp kendi kendine Karadeniz’e doğru yol almış, Sivastopol önlerine geldiğinde ise kendi kendine dönerek her iki bordasındaki topları ateşleyerek kaleyi topa tutmuş. Başka bir hikâyede ise Mahmudiye’nin tüm mürettebatı uyurken bir gece kendiliğinden savaş hattına girdiğinden bahsedilir. Sabah uyandıklarında Mahmudiye’yi karşılarında gören Ruslar şaşkınlıktan ve korkudan az kalsın küçük dillerini yutacaklarmış, fırsattan yararlanan leventlerimiz de bu sayede Sivastopol’ü almışlar. Kırım Savaşında Mahmudiye’ye atılan Rus güllelerinin gemiye isabet etmemesi de bu söylentilerin gün be gün artarak yaygınlaşmasına neden olmuş. Hatta müttefik gemilerin bayrakları paramparça olurken Barbaros Hayrettin’in sancağının benzerini toka eden Mahmudiye’ye hiçbir şey olmaması üzerine müttefikler de aynı sancaktan birer adet istemişler.

Tüm bu gizemli olayların yanında Mahmudiye’ye dini anlamlar da yüklenmiş; özellikle kurban bayramında başüstünde kan aktığı, ya da mübarek gecelerde aksakallı sarıklı evliyaların güvertede saf tutup namaz kıldıkları halk arasında yine yaygın olan söylentilerden bazıları… Bu aksakallı ermişler Sivastopol marşına da konu olmuştur:

Sivastopol önünde yatan gemiler / Atar nizam topunu, yer gök iniler /Yardımcıdır bize kırklar, yediler Sivastopol önünde yıkık minare / Düşman dedikleri gelmez imane / Erenler geliyor bize imdade Sivastopol önünde musalla taşı / Sırma kılıç kuşanmış yaman binbaşı / Ölürsek şehidiz, kalırsak gazi Aman da Kapudan Paşa izin ver bize / Sılada nişanlımız duacı size

MÜTTEFİK DONANMASI SİVASTOPOL ÖNLERİNDE
Sivastopol kuşatmasının birinci gününde İngiliz, Fransız ve Türk gemilerinden oluşan müttefik filosu boğazı abluka altına alarak kaleyi top atışına tutmuştu.
 

Kırım Savaşı dünya denizcilik tarihinin ilk çok uluslu amfibi harekâtı olarak tarihe geçmiştir; ayrıca yelkenli gemilerin son kez kullanıldığı savaştır. Sivastopol Limanı’nı bombalayan Müttefik Filosu içinde Mahmudiye Kalyonunun yanı sıra Teşrifiye ile Peyk-i Meserret adlı kalyonlar da yer almıştı. Mahmudiye müttefik filosunun en büyük ve en güçlü kalyonuydu. Bu büyüklükte bir kalyonun Sivastopol bombardımanında efsanede anlatıldığı gibi bir bordadan kısa sürede diğerine dönerek toplarını ateşlemesi oldukça zordu, ama aynen efsanede anlatıldığı gibi oldu! Bu manevra kabiliyetini gerçekte 1828 yılında İngiltere’den getirtilen “Sürat” adındaki ilk buharlı gemimize borçluydu. Bu küçük buharlı gemi yıllarca yelkenli gemilerin sert rüzgârlarda Karadeniz’e çıkmasını kolaylaştırmak için kullanılmış, Kırım Savaşında da kalyonlarımıza destek olması için gönderilmişti.

Kaptan Ateş Ahmet Beyin sevk ve idaresinde katıldığı Kırım Harbi’nde gösterdiği kahramanlıklar nedeniyle Gazi unvanını alan Mahmudiye halk arasında dilden dile dolaşan bir efsane haline geldi ve 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşına kadar ülkenin gündeminde kalmayı sürdürdü.

Peki, bu efsanelere konu olan gemiye ne oldu? Ne yazık ki tarihimizde her geminin başına gelen Mahmudiye Kalyonun da başına geldi ve sökülmekten kurtulamadı. Kazanılan askeri başarılara rağmen Kırım Savaşı Osmanlı ekonomisi için çöküşün başlangıcı oldu, çünkü savaş harcamaları için yüklü miktarlarda borç alınmıştı. Uzun yıllar tersanede bekleyen ve eskiyen geminin artan bakım masraflarıyla başa çıkamayan Bahriye Nezareti, sonunda Mahmudiye’nin hizmetine 1875 yılında son verdi ve koca gemi Haliç’te sonraki 12 yıl boyunca kışla olarak kullanılacağı yere çekildi.

Efsane gemi Mahmudiye, Kırım Savaşının ardından 1875’de hizmetten alınana kadar 20 yıl daha görev yaptı.

Sultan II. Abdülhamit döneminde mali sıkıntıya düşen hükümet subaylara maaşlarını ödeyebilmek için kaynak arayışına girince, 1888 yılında Bahriye Nazırı Hasan Paşanın emriyle Mahmudiye Kalyonu parçalandı ve satıldı. Mahmudiye halkın gönlünde o kadar özel bir yer işgal etmişti ki, geminin sökülen tahtalardan kan damladığı söylentisi yıllarca halk ve askerler arasında konuşulup durulacaktı.

Mahmudiye’yi halkın gözünde bu kadar kutsallaştıran şey kuşkusuz sadece savaşta kazandığı başarıları değildi. İki büyük deniz felaketinin ardından ülkenin öz kaynaklarıyla yapılan ve baştan sona Türk işçiliğinin ürünü olan bu eşsiz eser milletimizin kendine olan inancını pekiştirmişti.

Mahmudiye Kalyonunun 1/33 ölçeğindeki orijinal maketi bugün Beşiktaş Deniz Müzesinde sergilenmektedir.
Mahmudiye Kalyonunun 1/33 ölçeğindeki orijinal maketi bugün Beşiktaş Deniz Müzesinde sergilenmektedir.

Mahmudiye Kalyonunun XIX. yy.’ın sonlarına kadar pek çok ressam tarafından resimleri yapıldı, Mirliva Nuri Paşa ve Kandiyeli Emin Baba tablolarında efsanevi gemiyi resmeden dönemin ünlü deniz ressamlarından bazılarıdır. Günümüzde Mahmudiye’nin orijinal 1/33 ölçekli bir maketi ve deniz ressamımız Hüsnü Tengüz’ün yaptığı yağlıboya tabloları Beşiktaş Deniz Müzesinde Kırım Savaşı ve Mahmudiye Kalyonu Salonlarında sergilenmektedir.

 

Sabri Çağrı Sezgin

scsezgin@gmail.com

 

MAHMUDİYE KALYONU EFSANESİ” te bir düşünce

  1. Mert bekir zafer diyor ki:

    Paylaşım için teşekkürler. Kullandığınız siyah beyaz 3 ambarlı fotoğraf Kosova kalyonuna aittir. Bilginize..

    • Sabri Çağrı Sezgin diyor ki:

      Verdiğiniz bilgi için teşekkür ederim Mert Bey; ben fotoğrafa kaynak olarak Piri Reis Araştırma Merkezi Yayınlarını aldım, aynı fotoğraf birçok internet sitesinde Mahmudiye bazılarında ise Kosova olarak kullanılmış. Kaynaklarda Kosova Kalyonu’nun 79 topa sahip olduğu yazıyor, fotoğraftaki kalyonun bir bordasında ise 55-56 kadar top görülmekte. Geminin kıç tarafına yakın olan toplar fotoğrafta görülmüyor, bu durumda Kosova Kalyonu olamaz. Resim Mahmudiye Kalyonunun deniz müzesindeki orijinal maketine uygun, yine de doğruluğunu araştıracağım. Saygılarımla

  2. misafir kardes diyor ki:

    Bu gemiyi vikipedide okumustum ama çok az anlatılmıs. biraz araştırıyım dedim bir kacak siteye baktim. Ama gemiyi bu kadar abartarak anlatanı okumadım doğrusu.

  3. Ergun Göktuna diyor ki:

    Değerli arkadaşım ben 1970 le 1975 yılları arasında deniz müzesinde önce arşiv subaylığı sonrada bir yıl vekaleten Deniz müzesi Müdürlüğü yaptım Deniz müzesi Ne yazıkki Donanmanın yorgun subaylarının istirahat makamı idi Deniz müzesine şehsuvar oğlundan başka, müdür denecek, müzecilikten anlayan hatta deniz cilik tarihmizle uzaktan yakından ilgisi olan bir müdür gelmedi Yanlız şükrü Erman Albay, ki beraber deniz müzesinde üç yıl çalıştık büyük bir gayret ve dikkatle deniz müzesinn geliştirlmesinde büyük hizmetlere imza attı Şimdi gelelim konumuza yani Mahmudiye kalyonuna deniz müzesindeki bütün teşhir edilen ve de ambarlarında muhafaza edilen objelerin bir saymanı vardır o tarihlerde sayman olan Alb şinasi emekli olurken bu görev bana verilmişti Ben ambarlarda inceleme yaparkaen bir köşede kalaslar gördüm envanter kayıtlı değildi İlgili ast subaylara sordum “Efendim öylesine duruyor, bu luzumsuz tahtaları atacaktık fırsat olmadı ” dediler. Şimdilerde tam hatırlayamadığım, takriben boyları iki üç metre diyebileceğim bu 20-30cm lik dikdörtken yapısında kalas parcalarinın üzerlerinde bir takım çentik şeklinde kesimler vardı aklımı kurcaladı pazıl gibi olan kalasları birbirine eklettim birtakım eksik parçalar olmasına karşın sanki bir aslan figürünü andıryordu uğraşılarım ve çizimlerim sonucunda eksik parçaları inşaat emlak komutanlığına yaptırttık ve Aslan figürü çıktı incelemelerim sonucunda bunun Mahmudiye kalyonunun Bodoslamasında, baştarafında ki Aslan figürü olduğunu tespit ettim ve teşhire koydurdum Ben deniz müzesinden ayrıldıktan sonra bir daha uğramadım en son görevim olan Harp akademilerindeki Deniz Harb Akademisi idari şube müdürlüğü görevimden sonra ise uzakyol kaptanı olarak20sene denizlerde dolaştım Yazınızi çok beğendim umarım verdiğim bilgiler size yararlı olur

    • Sabri Çağrı Sezgin diyor ki:

      Verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederim Ergun Bey, denizcilik tarihimizin başyapıtına ait önemli bir parçanın tarihten silinip gitmesini önlemekle bize değerli bir eser kazandırmışsınız. Tarihe karşı herkes sizin kadar duyarlı olabilseydi bugün emektar gemilerimiz hala tek parça olarak kalabilirdi. Hayalim günün birinde Tersane-i Amirenin dev bir denizcilik müzesi haline getirilmesi ve tarihimizde iz bırakan Mahmudiye gibi gemilerin geleneksel tekniklerle yüzer müze olarak yeniden inşa edilmesi. Umarım günün birinde bu proje hayata geçirilir. Saygılarımla, Sabri Çağrı Sezgin

  4. Kürşad Börüteçene diyor ki:

    Mühendis Mehmed bey Ankara Kızılcahamam Seyhamamlı köyünün sahibi idi. Demirci AHİ başı idi.2inci Mahmut’un emri ile İstanbul Hasköy Çeşme’ye yerleşti. Gelmeden evvel de arazilerini (Çorum Kargı ile Kızılcahamam’ın tamamına kadar olan bölge) halka hibe etti. İlk toprak reformlarından biridir. Mehmet beyin 3 oğlu da bahriye kaymakamıdır. Oğullarından Hakkı bey Nusrad mayın gemisinde görev yapmıştır. Kardeşi Ahmed bey ve 2 oğlu Çanakkale’de süngü savaşında şehit düşmüşlerdir. En küçük oğlu İsmail bey Kadıköy Yeldeğirmeni’nde öldürülmüştür. Yine bahriyeli olan Süleyman Nutki(Nutku) ve Kasımpaşa’da bahriye kaymakamlığı yapan Osman Fevzi beyin küçük kızı Melahat hanım ile İsmail beyin tek oğlu Mehmet Ata evlenmişlerdir. Melahat hanım Cumhuriyet’in ilk kadın Tıp öğrencilerinden Melahat hanımdır. Mehmet Ata bey Askeri Tıp Fakültesi 1923 mezunu olup, Atatürk’ün sağlığında bir süre Muhafız Alayı doktorluğu ve Çamlıca , Çorlu Askeri hastahanelerinin kurucu başhekimidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Copyright © 2023 Marinist