FATİH’İN MİRASI: TERSÂNE-İ ÂMİRE

Son zamanlarda basında Haliç Tersanelerinin yıkılarak yerine otel ve alışveriş merkezi yapılacağı haberleri dolanıyor, daha önce de Kasımpaşa’da Cezayirli Hasan Paşa Kışlasının yıkılarak alışveriş merkezi yapılacağı haberleri çıkmıştı. Bu yazımızda Türk denizcilik tarihinde 559 yıllık bir geçmişe sahip Haliç tersanelerini ve Osmanlı İmparatorluğunun son yıllarında denizcilik alanında yapılan reformları araştırdık, ama bundan önce dilerseniz imparatorluğunun en büyük tersanesinin kuruluşuna kadar geçen sürede Türk denizciliğinin gelişimini kısaca gözden hatırlayalım.

Türk denizcilik tarihinin XI. yy’ın sonlarına doğru Selçuklu İmparatorluğunun Marmara ve Ege kıyılarına ulaşmasıyla başladığı ileri sürülür; ancak Aral Gölü kıyılarında yürütülen kazılar Türklerin eski dönemlerden beri denizcilik sanatından haberdar olduklarını kanıtlamaktadır. Bu durumda Türk denizcilik geleneğinin çok daha eskilere uzandığını rahatlıkla söyleyebiliriz, zaten bundan yüzyıllar önce Karadeniz ve Hazar Denizi kıyılarında güçlü devletler kuran Türklerin denizcilik alanında hiç tecrübelerinin olmadığını düşünmek pek akla yatkın değildir. Eğer iddia edildiği gibi Türkler denizcilikle ilk defa Anadolu topraklarına geldiklerinde tanışmış olsalardı, deniz kıyısında kurulan birçok uç beyliğinin kısa zamanda güçlü donanmalar oluşturarak Ege Denizine akınlar yapmaları asla mümkün olmazdı.

Anadolu’daki bu denizci beyliklerden ilki İzmir çevresinde kurulan Çaka Beyliğiydi. Beyliğin kurucusu Çaka Bey, 1081’de İzmir’de o döneme göre modern sayılabilecek bir tersane yaptırmış ve denizcilik tarihimizin bilinen ilk donanmasını inşa ettirmişti; bu tarih günümüzde deniz kuvvetlerimizin kuruluş tarihi olarak kabul edilmektedir. Daha sonraki yıllarda Aydınoğulları, Karesioğulları, Menteşeoğulları ve Saruhanoğulları beylikleri de güçlü donanmalar oluşturacaklardı; bunlardan Karesioğullarının Edincik’te bir tersane kurduğunu biliyoruz. Yine bu dönemde Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alaeddin Keykubat, Alanya ve Sinop Tersanelerinde inşa ettirdiği gemilerle filolar kurmuş, hem Akdeniz’i hem de Karadeniz’i hâkimiyeti altına alarak “Sultan’ül-Bahreyn”, yani “İki Denizin Sultanı” unvanını kullanmaya başlamıştı; daha sonraki yüzyıllarda bu unvanı Osmanlı sultanları da kullanacaktı. Alanya Tersanesi, Türklerin kurmuş olduğu ilk organize tersane olarak kabul edilmektedir.

Piri Reis'in Kitab-ı Bahriyesi'nde Alanya Kalesi ve Tersanesi
Piri Reis’in Kitab-ı Bahriyesi’nde Alanya Kalesi ve Tersanesi

Selçukluların Anadolu’daki hâkimiyetinin zayıflamasının ardından İzmit Körfezinin güney kıyıları ele geçiren Osmanoğulları, Karamürsel’de kurdukları tersanede ilk gemilerini inşa etmeye başlarlar; çok geçmeden İzmit’te daha büyük başka bir tersane kurulur. Çanakkale Boğazının ele geçirilmesinin ardından bölgenin stratejik önemini fark eden Yıldırım Bayezid, Sarıca Paşa’dan Gelibolu’da bir liman tersane ve kale inşa edilmesini ister; böylece 1390’da Gelibolu Tersanesinin temelleri atılır ve İstanbul’un fethi için hummalı bir çalışma başlar. İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet Rumlardan kalan mevcut tersaneleri kullanmayacak, bunun yerine Kasımpaşa’dan Hasköy’e kadar uzanan bölgede dev bir tersane kompleksi inşa edilmesini emredecektir.

Eski adı “Tersâne-i Âmire” olan Haliç Tersanelerinin kuruluşu İstanbul’un fethinden hemen sonraya rastlıyor, Kasımpaşa’dan Hasköy’e kadar uzanan bu dev tesisisin inşasına 1455 yılında başlanmış.Tersane kelimesi Arapça üretim yeri, sanat atölyesi anlamlarına gelen “Dâr’üs-Sınâa” (دارالصناعة ) tamlamasından türemiştir. Pek çok Akdeniz ülkesinin denizcilik terminolojisine benzer şekillerde giren bu terim dilimize de büyük bir ihtimalle Venediklerin kullandığı “tersanà” kelimesinden geçmiş olmalı.

Tersâne-i Âmirede bir inşa kızağı
Tersâne-i Âmirede bir inşa kızağı

Tersane kurulduğu ilk yıllarda yalnızca Kasımpaşa’da birkaç göz inşa kızağından ibaretti; tersanenin merkezinde Kaptan-ı Deryanın makamı olan bir “Divanhane” bulunurdu. Yavuz Sultan Selim döneminde Hasköy’e kadar genişleyen tersanenin kapalı göz sayısı 100’ü bulacak, Kanuni Sultan Süleyman döneminde ise 200’ü geçecekti. Her bir göz arka arkaya iki kadırga alabilen inşa kızaklarından ve bunlara bağlı donanım ve malzeme depolarından oluşuyordu; baştarda denilen büyük kadırgalar için 1536-41 arasında üç büyük göz de eklenmişti. Sonraki dönemlerde bu yapılara kalyoncu kışlaları, kaldıraç havuzları, yelken dikimhaneleri, yeni malzeme depoları ve ambarların da eklenecek, Tersâne-i Âmire kısa zamanda büyüyerek dünyanın en büyük tersanelerinden biri haline gelecekti.

XVI. yy’da Tersâne-i Âmire, döneminin en ileri gemi inşa tekniklerinin uygulandığı dünyanın en önemli endüstri merkezlerinden biriydi. Tersanenin sağladığı teknik imkânlar o kadar ileri seviyedeydi ki, mesela 1571 yılında İnebahtı’da bozguna uğrayan ve tamamı yok edilen Osmanlı Donanmasının yerine 5 ay gibi kısa bir sürede 150’den fazla kadırga inşa etmek mümkün olabilmişti. İleri teknolojiye sahip bir üretim merkezi olmasının yanı sıra, günümüzdeki teknik üniversiteler ayarında bir eğitim kurumu olarak da hizmet veren tersane kompleksinde, imparatorluğun diğer tersanelerine gönderilen mühendisler ve teknikerler de yetiştirilirdi. Tüm bu özellikleri nedeniyle Tersâne-i Âmire, özellikle yanı başındaki Pera’da ve Galata’da yaşayan Venedikli-Cenevizli casusların da ilgisini çekmekteydi. Teknoloji casusluğunu engellemek ve askeri faaliyetleri gözlerden gizlemek için tersane bölgesi 1577 yılında Sokollu Mehmet Paşanın emriyle yüksek duvarlarla çevrilecek; tersaneye giriş çıkışlar Azapkapı, Kasımpaşa kapısı, Nakkaşhane, Zindan, Şahkulu, Hasköy kapılarıyla kontrol altına alınacaktı. Zindan Kapısı, ismini tersaneyi Galata’dan ayıran ve batılıların “Bagno” olarak adlandırdıkları hapishaneden alıyordu; kadırgalarda çalıştırılan forsa mahkûmları burada tutulurdu.

XVI. yy. başlarında Tersâne-i Âmire ve Pera. Haritada Türk kadırgalarının büyük bir bölümünün demirlediği yer olarak belirtilmiş.
XVI. yy. başlarında Tersâne-i Âmire ve Pera. Haritada Türk kadırgalarının büyük bir bölümünün demirlediği yer olarak belirtilmiş.

Tersâne-i Âmire’den gemilerin denize indirilmesi özel törenler eşliğinde yapılırdı. “Tenzil Merasimi” denilen törenin günü müneccimbaşı tarafından önceden hesaplanır ve uğurlu bir vakit belirlenirdi; daha sonra bu tarih Padişaha bildirilir, onayının alınmasının ardından devlet erkânı protokol sırasına göre Sadrazam tarafından törene davet edilirdi. Tenzil Merasiminden önce gemiler Padişahın ve devlet erkânının hediye olarak gönderdikleri “avize” denilen kumaşlarla donatılırdı; bu eski âdete “Avize Merasimi” denirdi. Geminin denize indirileceği gün Padişah sandalla tersaneye gelir, sandalı iskeleye yanaştığında Çavuşân-ı Divân’ın alkış tuttuğu “Zeminpusi Merasimi” yapılırdı. Yine adetlere uygun olarak gerçekleştirilen birçok prosedürün ardından nihayet geminin denize indirilme vakti geldiğinde, Tersâne-i Âmire Emîni Padişahın izni ile geminin yanına gider, Şeyhülislam dualar ederken kurbanlar kesilerek gemi denize indirilir ve denize indirilen gemiye isim verilirdi. O gün Padişahın Tersâne-i Âmire’ye geliş gidişinde ve merasim boyunca Divanhane önünden şenlik topları atılırdı, merasimin ardından tersanede çalışan ustalara ve işçilere hil’at ve atiyyeler dağıtılırdı.

XVII. yy’ın başlarında Tersâne-i Âmire’de çalışan marangozların çoğunu Venedik-Girit kültüründen gelen Hanyalı Rumlardan oluşturuyordu; XVIII. yy da ise donanma personelinin yarısı, tersane ustalarının da tamamına yakını Hristiyan tebaadandı. Zaman içerisinde gemi inşa tekniklerinin değişmesi ve ahşap malzemenin yerini çeliğin alması eski Tenzil Merasimi kurallarını değiştirmeyecek, imparatorluğunun son yıllarına kadar bu gelenek devam ettirilecekti.

Abdül Hamid 6 Eylül 1886 günü Haliç’te görkemli bir törenle denize indirilmişti.
Abdül Hamid denizaltısı 6 Eylül 1886 günü Taşkızak Tersanesinden görkemli bir törenle denize indirilmişti.

İnebahtı Savaşından sonra yeniden toparlanan Osmanlı donanması, XVIII. yy. sonlarına gelindiğinde gücünü önemli ölçüde kaybedecekti. Ruslara karşı 1770 yılında Çeşme’de büyük bir bozguna uğrayan imparatorluğun denizlerdeki hâkimiyeti artık bitmiş gibi görünüyordu; Çeşme felaketini izleyen yıllarda Osmanlı Donanması uzun yıllar toparlanamayacaktı. Artık denizcilere gerekli eğitimler verilmemekteydi ve kaptanlar muharebe tekniklerinden habersizlerdi; mevkiler rüşvetle alınır satılır olmuştu ve gemilerin donanımları, alet ve edevatlar bile yağlanmıyordu. Kısacası Osmanlı denizciliğinde büyük bir disiplinsizlik vardı, tersanelerin çoğu çalışmıyordu.

İmparatorluğun deniz gücünü trajik bir şekilde kaybetmesi donanmada acilen reform yapılmasını ihtiyacını beraberinde getirdi. Donanmada bir an önce toparlanmalıydı ve bunu da ancak tecrübeli bir denizci gerçekleştirebilirdi; bu amaçla denizciler arasında disiplini ve göreve bağlılığıyla tanınan ünlü denizci Cezayirli Hasan Paşa Kaptan-ı Deryalığa getirilecek ve göreve gelir gelmez Kasımpaşa, Galata, Tophane ve Beyoğlu semtlerindeki kalyoncu karakollarını disipline sokacaktı.

XVIII. yy başlarında Galata, Tophane, Kasımpaşa, Beyoğlu semtleri ve Tersâne-i Âmire
XVIII. yy başlarında Galata, Tophane, Kasımpaşa, Beyoğlu semtleri ve Tersâne-i Âmire

Kasımpaşa o yıllarda denizcilerin semtiydi ve Haliç’te İmparatorluk Tersanesinin hemen bitişiğindeydi. Osmanlı Donanması seferde olmadığı zaman burada demir atar, leventler bu semtte otururlar, kaptan-ı deryalar konaklarını burada yaptırırlardı. Cezayirli Hasan Paşa ilk iş olarak leventleri askeri bir nizamda toplamak için Kasımpaşa’da bugün kendi adıyla bilinen Kalyoncu Kışlası’nı inşa ettirmişti; bu sayede İstanbul dışından asker toplamaya gerek kalmadan sürekli bir deniz gücü oluşturmak mümkün hale gelecekti.

Cezayirli Hasan Paşa Kasımpaşa’da ayrıca sınıflara ilk defa karatahtanın ve ahşap sıraların konduğu, modern usullere göre eğitim veren “Mühendishane-i Bahri Hümayun”, yani İmparatorluk Deniz Harp Okulu’nu kurdurmuş ve bu okulda eğitim vermesi için yurtdışından yabancı uzmanlar getirtmişti. Ancak reform yanlısı padişah III. Selim tahta çıktığında donanma hala istenilen seviyeye çıkarılamamıştı. Osmanlı donanmasının toplam mevcudu 18 kalyon, 24 fırkateyn, 6 kırlangıç, 10 şehdiye, 8 şalopa ve Bülbülce, Çamlıca, Kerpe ve Rum Tırhandili cinsi 24 gemiyle birlikte 90 parça gemiden ibaretti. Gemiler eski ve bakımsızdı, çoğu ticaret gemilerinden bozmaydı ve savaşa uygun değildi.

XIX. yy ortalarında Tersâne-i Âmire
XIX. yy ortalarında Tersâne-i Âmire

III. Selim donanmayı düzene koyma görevini başçuhadarı Küçük Hüseyin Paşa’ya vermişti;  Hüseyin Paşa da denizcilik işlerini bir kanunnameye bağladı. Kaptanlar sınavdan geçirilecek, deniz erleri için muayene ile alınma ve askeri eğitim verilecekti; bu iş için Fransa ve İsveç’ten mühendisler getirtildi. Tersane bölgesi içinde kalan Aynalıkavak Kasrı yıktırılarak yerine Taşkızak ve Ağaçkızak tersaneleri inşa edildi, gemilerin tamir işlerinin yapılabilmesi için kuru havuzlar eklenerek Tersâne-i Âmire sınırları daha da genişletildi. Kısmen çalışmaz durumda olan 15 tersane faaliyete geçirildi ve bu tersanelerde 45 parça gemi yapıldı; bu gemilerin personel kapasitesi 20495 kişi idi. Türk donanması III. Selim devrinin sonlarına doğru 55 büyük savaş gemisiyle tekrar Avrupa’nın en güçlü donanmalarından biri haline gelmişti.

Tersane-i Âmire’nin gelişimi XIX. yy’da da devam edecek, 1839 yılında dünyanın en büyük savaş gemisi olan Mahmudiye Kalyonu Taşkızak tersanesinden denize indirilecekti. 1870 yılında Sultan Abdülaziz döneminde inşa edilen büyük inşa havuzuyla Mesudiye, Selimiye, Asar-ı Nusret gibi büyük tonajlı savaş gemilerinin inşası mümkün olacaktı. II. Abdülhamid döneminde ise Avrupa’dan satın alınan yüzer bir havuz parçalar halinde tersanede monte edilecek ve 150 tona kadar olan küçük gemilerin tamirine olanak sağlanacaktı. İmparatorluk tersanelerinin faaliyeti II. Meşrutiyetin ilanının ardından azalacak; nihayet Cumhuriyetin ilanından sonra “Seyr-i Sefâin İdaresine”, yani bugünkü Şehir Hatları İşletmesine devredilecekti.

XX. yy başlarında Tersâne-i Âmire
XX. yy başlarında Tersâne-i Âmire

Kasımpaşa’dan Hasköy’e doğru uzanan kıyı şeridinde bugün 3 tersane mevcut: Haliç, Taşkızak ve Camialtı Tersaneleri… 500 yılı aşkın bir süre Türk Denizciliğine hizmet eden bu tarihi tersanelerden bugün yalnız Haliç tersanesi faaliyette ve 2010 yılından beri Büyükşehir Belediyesi bünyesinde kurulan İstanbul Şehir Hatları Turizm Sanayi ve Ticaret A.Ş. tarafından işletiliyor. Cezayirli Hasan Paşa tarafından donanmanın eğitimli denizci ihtiyacını karşılamak üzere inşa edilen ve bugün kendi adıyla anılan “Kalyoncu Kışlası” ise günümüzde halen Kuzey Deniz Saha Komutanlığına ev sahipliği yapıyor.

Sonuç olarak tarihi Haliç Tersanelerinin ve Kalyoncu Kışlası’nın yok edilmesi demek, denizcilik tarihimizin beş asırlık mirasının da yok olması anlamına gelir. Asıl yapılması gereken, bölgeyi aslına uygun olarak projelendirip dev bir denizcilik müzesi haline getirmektir; zira tarihinde büyük işler yapmış büyük bir milletin, böyle büyük bir denizcilik müzesine ihtiyacı vardır. Böylece tarihimizde iz bırakan gemilerin birebir aslına uygun kopyalarını eski tekniklerle yeniden inşa edebilir, Tersâne-i Âmire’ye eski günlerdeki görkemini kazandırarak atalarımızın mirasına sahip çıkabiliriz. Unutulmamalıdır ki; İstanbul Haliç’siz, Haliç de tersanesiz olmaz!

 

Sabri Çağrı Sezgin

scsezgin@gmail.com

 

FATİH’İN MİRASI: TERSÂNE-İ ÂMİRE” te bir düşünce

  1. Hasan ÖZÇELİK diyor ki:

    Merhaba,
    Bu güzel araştırmanızı sitemizde (son.altayli.net) paylaşmak isteriz.
    Müsaadeniz varmıdır. Tabii ki kaynak ve isim belirtmek kaydı ile…
    Saygı, sevgi ve iyi dileklerimle…

    • Sabri Çağrı Sezgin diyor ki:

      Sitemizi kaynak göstermek koşuluyla tabi ki paylaşabilirsiniz, bilgi paylaşmak içindir. Yayın hayatınızda başarılar ve esenlikler dilerim, saygılarımla.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Copyright © 2023 Marinist